top of page
  • Yazarın fotoğrafıServet Topaloglu

BORÇLARINIZI YENİDEN YAPILANDIRMAK NEDEN İSTEMEMELİSİNİZ?

Güncelleme tarihi: 11 Nis


Ülker’den sonra Doğuş Holding’in de borçlarını yeniden yapılandırmak istemesi (ilk grup) ve Çiftlikbank gibi sürdürülmesi mümkün olmayan saadet zinciri vakalarının (ikinci grup) yeniden ortaya çıkması pek çok tartışmayı beraberinde getirdi.

İlk grup vakalar ile ikinci grup vakaların birbirleriyle alakası yok gibi görünse de, aslında temelde yatan sorun aynı: Şirketler yeni kaynak/kreditör bulamadıklarından, önceden taahhüt ettikleri sorumluluklarını yerine getiremiyorlar!...

Şüphesiz iki gruptaki şirketlerin yapıları, büyüklükleri, işin yönetilme biçimi ve yöneten profiller birbirinden çok farklı... Örneğin ilk gruptaki şirketlerin değerli aktifleri ve pazarda genel kabul gören ürün ve hizmeleri varken, ikinci gruptakilerin bir iki makina ve bina haricinde ne bir varlığı ne doğru dürüst bir hizmeti ne de ürünü söz konusu. İlk gruptaki şirketler kayıtlı-kurallı sistemler içinde çalışırken, ikinci grup büyük ölçüde kayıt dışı faaliyet göstermekte... İlk gruptaki şirketlerin ana (büyük) borçları nispeten az sayıdaki kreditörlere, özellikle de büyük finans kuruluşlarına iken, ikinci gruptaki şirketlerin borçları tabandaki kişi ve kuruluşlara yayılmış, vs...

Bu nedenlerden dolayıdır ki, ikinci gruptaki şirketlerin hissedar ve yöneticileri, yeniden borçlanma sürecini yönetemeyeceklerini düşündükleri ve tüm alternatiflerin tükendiğini gördükleri için şirketlerinin anahtarlarını bırakıp, sırra kadem basarken, ilk gruptaki hissedar ve yöneticiler işlerinin başındadır.

İlk gruptaki şirketlerle kreditörler arasındaki görüşmeler çok çetin geçer. Bir tarafta tek bir büyük borçlu, diğer tarafta da büyük alacaklılar vardır. Borçlu (ancak borcunu taahhüt edilen şekilde ödeyemeyen/ödemeyen) şirket, alacaklılar tarafından kolaylıkla müdahale edilemeyecek kadar büyümüş, ekonominin kılcal damarlarına nüfus etmiş ve hızlı hareket halindedirler. Borçlar zamanında ödenmiyor diye anahtarların hukuki olarak alınıp alınamayacağı, alınabilecekse hangi büyük alacaklı tarafından alınacağı, alındıktan sonra hareket halindeki bu büyük mekanizmanın nasıl daha iyi yönetileceği ve borçların hangi sırayla, hangi şartlarla geri ödeneceğinin belirlenmesi taraflar arasında kolaylıkla kararlaştırılabilecek konular değildir. Taktik savaşlarının kapalı kapılar arkasında gergin bir şekilde yürütüldüğü toplantılardan sonra yapılan açıklamalar bu nedenle ‘’bankalarla çalışmalarımız normal seyrinde devam etmekte olup, kredi alma ve kapatma faaliyetlerimiz sürmektedir” veya ''anlaşabileceğimizi umuyoruz'' şeklinde olmaktadır. Şirketlerin günlük operasyonlarını sağlıklı bir şekilde yürütebilmeleri her iki taraf içinde çok önemlidir. Zira aksi durumda her iki taraf ciddi varlık ve itibar kaybına uğrayacaklardır.

Esas vurgulamak istediğimiz konuya dönecek olursak, yukarıda özetlenen değişik karakterlerine rağmen, ister birinci ister ikinci gruptaki şirketler olsun, ANA SORUN, yeterince iç (kar) ve dış kaynak (kredi) yaratılamamasından dolayı, vadesi gelen mevcut borçların, borçlu tarafından alacaklılara önceden anlaşıldığı şekilde ödenmemesi veya ödenmek istenmemesidir.

Örneğin bir şirket son 2 yılda toplam 4,3 milyar TL zarar etmiştir. Toplam borcu 24,3 milyar TL dir. Şirket, kreditörlerden 3 yılı geri ödemesiz 7 yıl vadeli yeniden yapılandırma istemektedir(Hürriyet, 08.4.2018, sayfa 11). Şirketin bilançolarında her ne kadar 36,5 milyar TL lik aktifi (varlığı) görünse de, bunun ne kadarının alacaklılara teminat olarak verildiği veya bunlar nakde çevrilecek olsa ne kadarlık bir gelir yaratılacağı, bu şirketin ve büyük hissedarlarının son yıllarda yurtdışına yaptıkları kapsamlı yatırımların teminat altında olup olmadığı kamuoyu tarafından bilinmemektedir. Bunlar alacaklılar ile şirket arasındaki meselelerdir.

Bir şirketin, üstelik ülkenin büyük holdinglerinin borçlarını yeniden yapılandırmak istemesini nasıl anlamalıyız? Bu süreç, ''iş dünyasında bu tarz yol kazaları olabilir'' şeklinde görülebilir mi? Bunlar şirketlerin kendi iradeleri ve kontrolleri dışında olan gelişmelerden mi kaynaklanmıştır? Her biri milyar dolarlardan başlayan bu büyük çaplı vakalar çoğalırsa, söz konusu süreç kelebek etkisi yaratarak makro ekonomik dengelerin altüst olmasına kadar gidebilir mi?

Yeniden yapılandırma isteyen şirket hissedar ve tepe yöneticilerine yapılan eleştiriler -normal vakalarda- genellikle şunlardır; işlerinizi bugüne kadar iyi yönetemediniz ki, taahhütlerinizi yerine getiremiyorsunuz. Şimdi de gelip, X yılı geri ödemesiz muhtemelen daha düşük faizle Y yıl yeniden yapılandırma istiyorsunuz. Bize lütfen izah edebilirmisiniz, neyi daha iyi yapacaksınız da, taahhütlerinizi Y yıl sonra yerine getirebilecek noktaya geleceksiniz? Bizde hiç bir kusur yokken, sizinle el sıkışarak yaptığımız anlaşmadan sizin lehinize, bizim aleyhimize neden feragat etmemizi istiyorsunuz? Bu nasıl bir iş ahlakıdır? Her şirket, üstelik sizin gibi en büyükler gelip, borcunu yeniden yapılandırmak isterse Türk özel sektörünün, bankalarının ve kamu yönetiminin hali ne olacaktır? Bu şekilde mi Türkiye'nin en büyük ve prestijli markalarını yaratmak istiyorsunuz? Sizin gibi pek çok müşterimiz var. Yarın onlarda gelip, bizden aynen sizin gibi yeniden yapılandırma isterse ve arkasından mevcut bankacılık sistemi ve dolayısıyla kamu düzeni çökerse vicdanınız sızlamaz mı ? Neden mevcut varlıklarınızı nakde çevirip, taahhütlerinizi yerine getirmiyorsunuz? 15-20 kişinin daha zengin olması için yapılan bu operasyonun muhtemelen milyarlarca dolarlık bedelini daha sonra bu işlerle hiç alakası olmayan milyonlarca kişiye (halka) ödetmek doğru olur mu? Türkiye buna benzer olayları 90'lı yıllarda yaşamadı mı?vs...

Çok haksız sorular değil bunlar!... Bu sorulara muhatap olmak itibar zedeleyici olsa gerek!

İkinci grupta bulunan Çiftlikbank ve benzeri vakaları anlamak nispeten kolay; ticari zekası olan, halka sempatik görünerek onları ikna eden, enerjik, her ne pahasına olursa olsun kısa sürede zengin olmak isteyen, yapacaklarının en azından (az da olsa) bir kısmını uygulamaya geçirebilen ve kitleleri bu kısmi başarının sürdürülebileceğine ikna edecek kadar yetenekleri olan ve kaybedecek bir şeyi bulunmayan girişimcilerin pazardaki olağan faaliyetleridir bunlar... Nitekim mağdurlar da genellikle az eğitimli ve iş deneyimi fazla olmayan kişiler olmaktadır. İyi eğitimli ve iş deneyimi olan kişi ve kuruluşlar, Çiftlikbank ve benzeri vakaların sonucunun nereye varacağını derin analizlere gereksinim duymadan tahmin edebilirler. Bu tarz projelere girmezler. Nitekim bu girişimcilerde zaten hedef kitle olarak eğitimli ve deneyimli kişi ve kuruluşları görmezler.


Kapitalist-Liberal sistemlerde her ne kadar bireylerin eğitimli ve deneyimli (veya en azından uyanık) olması varsayılmakla birlikte, devletin düzenleyici kurumlarının mağdurları koruyacak önlemleri önceden alması önemlidir. Kamu yetkilileri mağdur olan halka dönüp, ‘’bana ne geliyorsun, akıllı olup paranı kaptırmasaydın’’ dememelidir (örneğin BDDK ‘’...... Bank’’ ismini duyar duymaz kanımızca sürece derhal müdahele etmeliydi). Bizim ülkenin bu konuda kronik bir zafiyeti olduğu aşikardır. 20 -30 yıl öncesinin Kastelli ve Jet Fazıl benzerleri iş modellerinin yeni verziyonlarının bugün hala uygulanabildiğini görmek üzüntü vericidir. Muhtemelen ileriki yıllarda da benzeri iş modelleri, mevzuatların ve kitlelerin bilgi-deneyim-iyiniyet zaaflarından yararlanılarak sunulacak ve insanlanlar dolandırılmaya çalışılacaktır, eğer kamu yönetimi bu konuda daha sıkı denetim yapmaz ise...Burada yeni ve anlaşılamayacak bir şey yok. Bununla birlikte bu vakaların hasarı, makro ekonomik dengeleri bozmadan çözülebilir niteliktedir.

Ancak ilk gruptaki somut ve güncel vakaları anlamak daha zor ve karmaşıktır:

Eğer kendi kontrol ve iradelerinin dışında mücbir neden sayılabilecek bir durum yoksa, nasıl oluyor da; dünyanın en zenginleri listesine giren, medyada özel şahsiyetler olarak lanse edilen, iş dergilerinde başarı hikayeleriyle sık sık kapak olan, medeni iş ortamlarında on binlerce kişiye istihdam sağlayan, faaliyet gösterdikleri pazar segmentinde ilk üçe giren, yanlarında her biri yıllık bir milyon TL ve üstü maaş paketleriyle donatılmış birkaç düzine itibarlı üst yönetici çalıştırabilen ana hissedarların ve onların Türkiye ölçeğinde dev şirketlerinin aniden borçlarını taahhüt ettikleri şekilde ödeyemez hale geldiklerini duyuyoruz?

İhtimallerden bazıları şunlar olabilir:

İHTİMAL 1: Bu şirketlerde son yıllarda görev yapan tepe yöneticiler başarısızdır. Şirketler; yanlış strateji, ürün, fiyat, pazarlama, maliyet, finansman, vs politikalarıyla adeta duvara toslamıştır. Ana hissedarlar da, en iyimser yaklaşımla yanlış profesyonellerle çalıştıkları için hata yapmışlardır. Veya ana hissedarlar şahsen de yönetim kurullarında yer aldıklarından, bazı profesyonel yöneticilerin yanlış verileriyle yanıltılmışlardır. Kendileri, denetim mekanizmasını ve şirket içi bağımsız kurulları iyi kurup, çalıştıramadıklarından şirketler türbülansa girmiştir. Şirket ne kar yapabiliyordur ne yeni kreditör bulabiliyordur ne de varlıklarını nakde çevirebiliyordur veya çevirmek istiyordur... Kaçınılmaz netice, şirket borçlarının ödenemez hale gelmesi ve yeniden yapılandırma istenmesidir.

İHTİMAL 2: Gerek ana hissedar, gerekse de tepe yöneticiler ülke yöneticileriyle (politikacılar ve bürokratlar) çok sıkı bir ilişki içindedirler. Şirketin mevcut misyonu, vizyonu, değerleri ve stratejisinden ziyade karşılarına çıkan ''fırsatlara'' odaklanmışlardır. Ülke yöneticileri kendilerine ‘’yürü, ülke uçacak, sende bundan nasiplen, sana doğrudan veya dolaylı teşvik veririm’’ dediklerinde pragmatik davranmışlardır. Ülkenin potansiyeline de güvenleri tamdır (80 milyon genç, tüketimi çok seven ve krediyi bulduğunda anında kullanmaya alışmış bir toplum). Dolayısıyla hem ülkedeki gelişmelere hem de ülke yöneticilerine kendilerini göbekten bağlamışlardır. Bu çerçevede de, muteber tüccar kurallarını hiçe sayan, riskli pozisyonlar almışlardır. Örneğin eğer kendi sermayeleri yeni fırsatlar için yetersizse veya şahsi sermayelerini bu projeye yatırmak istemiyorlarsa, dışarıdan orantısız borç almaktan çekinmemişlerdir.

Bu durumlarda, işleri alt üst edebilecek muhtemel senaryolar şunlar olabilir: Yeterli döviz gelirleri olmamasına rağmen, dövizle borçlanmışlardır. Ancak döviz bu arada kalıcı olarak fırlamıştır, şirket gelirleri ise TL’dir. Hedge mekanizmasını çalıştırmaya da gerek duymamışlardır. Veya sundukları yeni ürün ve hizmetlere yurt içi ve dışından yeterince talep gelmemiştir. Veya uzun vadeli getirisi olan projelerini kısa vadeli kredilerle finanse etmişlerdir. Ancak işler istenildiği gibi gitmemiştir. Kaçınılmaz netice ihtimal 1 deki gibidir.

İHTİMAL 3: Şirketin mevcut misyonu, vizyonu, değerleri ve stratejisi oldukça profesyonel bir şekilde hazırlanmıştır. Bu çerçevede hem ülkenin ve şirket işlerinin tıkırında gittiği dönemlerde uygulanacak senaryo ve iş planları mevcuttur hem de eğer ülke ekonomisi ve işler iyi gitmezse yapılması gerekenler tanımlanmıştır. Bu iki farklı senaryo birbirlerinin alternatifi değil, birbirlerinin tamamlayıcısıdır... Gerek ana hissedar gerekse de tepe yöneticiler, hem ülke yöneticileriyle (politikacılar ve bürokratlar) hem de medya ve güçlü kanaat önderleriyle çok sıkı bir ilişki içindedirler. Onları hemen her dönem memnun etmiş, isteklerini geri çevirmemişlerdir. Haklı oldukları konularda dahi bu çevrelerle zıtlaşmamış, geri adam atmayı tercih etmiş, ileride olması muhtemel problemlerin çözümü için mevzilerinin güçsüzleşmesine izin vermemişlerdir. Ülkenin diğer muteber sosyal sınıfları ile (uluslararası platformlarda kabul gören profesyoneller, akademik çevre vs) sadece kendilerine doğrudan bir fayda sağlayacaklarsa yoğun iletişime geçmişler ve işbirliği yapmışlar, işleri bittikten sonra ise ilişkilerini neredeyse yok düzeyine çekmişlerdir. Halk umurlarında değildir. İstihbaratları çok kuvvetlidir. Yurt dışında, varlıklarını park edecek yeteri kadar adresleri vardır.

Bu yaman insanlar, Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olmasından dolayı çok güçlü yükselme dönemleri olduğunu ve bu dönemlerde dünyanın en iyi para kazanılabilecek yerlerinden biri olduğunu çok iyi bilirler. Ama aynı zamanda, Türkiye’nin bu özelliklerinden dolayı arada sırada ciddi krizler yaşayabileceğini ve bu süreçte servetlerinin bir anda buharlaşacağının da bilinci içerisindedirler. Bu nedenle ülkenin yükselme dönemlerinde işlerini çok hızlı büyütme ve bu büyümeyi her yerde anlatmak (PR) konusunda çok faaldirler. Bunu da genellikle başkalarına yaptırırlar. Amaçları, ülkenin finans kuruluşlarının, tedarikçilerinin, müşterilerin ve hatta çalışan kesimlerin bu şirketlerle bir şekilde iş yapmak için (tabii ki onların kurallarını kabul ederek) birbirleriyle yarışmalarını sağlamaktır. Onlarda öyle yaparlar!... Aralarındaki rekabet nedeniyle bu şirketlerden yeterince teminat dahi almazlar. Şirketin iş hacmi, genel ekonomide esen olumlu rüzgar kaynaklı rahat borçlanma imkanlarıyla anormal derecede büyür.

Madalyonun görünmeyen yüzü ise şudur: Söz konusu yaman hissedarlar ve onlarla kaderlerini göbek bağıyla bağlamış ''yüksek kalibreli'' bazı profesyoneller, bu şekilde ve nispeten kısa sürede yarattıkları büyük servetlerinin ülkenin krize girdiği zamanlarda buharlaşacağını bildiklerinden, işlerin iyi gittiği ve dikkatlerin başka yöne çevrildiği bu yükselme dönemlerinde dehşetli bir şekilde kar realizasyonu peşindedirler. Diğer deyişle şirket, yüksek itibar nedeniyle yetersiz teminatlarla borçlandırılmakta, içerideki nakit ve varlıklar ise ‘’dışarıya’’ çekilmektedir. Bu dışarıya çekme, öncelikle yurt dışındaki nakit hesapların yükseltilmesi şeklinde olur. Nakdin büyüklüğünün dikkat çekici üst limitlere yaklaştığı görülürse, yurt dışındaki sabit varlıklara (özellikle gayrımenkul ve şirket satın alımları gibi) yatırım yapılmaya başlanır. Üretim gibi katma değeri yüksek, zahmet ve emek gerektiren ve rekabet edilemezse değer yitirebilecek yatırımlardan uzak durulur. Bu dönemde bir yandan da şirketlerin ana faaliyetlerinin bulunduğu ülke içindeki borçları, varlıklarından çok daha hızlı yükselmektedir. Ancak her ikisi de görece yüksek seviyelere hareket ettiğinden ve medya ile kanaat önderleri sürekli biçimde (sözde) yeni yatırımları ön plana çıkardıklarından, kitleler bu şirketlerin borçlarına/yükümlülüklerine değil, yatırımlarına odaklanırlar. İş ve cemiyet hayatında, kamuda, medyada ve hatta az-orta gelir gruplarındaki arkadaş sohbetlerinde dahi, şirket ve hissedarlarının ne kadar muazzam ve başarılı kişilikler oldukları konuşulmaya başlanır. Kitleler, onların ne kadar borçlu olduğunu bilmez. Ülke yöneticileri ile de ilişkiler iyi olduğundan, onlarda süreci ‘’borç yiğidin kamçısıdır, istihdam yaratılıyor, ülkeye katkı sağlanıyor, sıkıntıya girilirse araya girer, en kötü ihtimalle yeni yatırımcı buluruz’’ diye değerlendirmeyi tercih ederler.

İhtimal 3 de de, hangi nedenle olursa olsun, günün birinde işler tıkanır ve eğer yeni kreditör/kaynak bulunamazsa, netice gene ihtimal 2 ve ihtimal 1 benzeri gibidir: Yeniden yapılandırma istemek!

Netice aynı olmakla birlikte, bu modeldeki hissedar ve bazı ‘’elit’’ profesyonellerin durumları, yukarıdaki ilk iki ihtimaldeki bahis konusu yapılan vakalardan oldukça farklıdır: Hissedar ve bazı tepe yöneticileri çok varlıklı, şirketler ise muhtemelen yitik (pert) vaziyettedir. Bir başka değişle, ihtimal-3 modeli, ‘’Çiftlikbank/Kastelli/Jet Fadıl geleneksel iş modelinin ‘’, batılı, daha organize ve çağdaş versiyonudur.

Beyin jimnastiği niteliğindeki yukarıdaki ihtimallerin güncel vakalara uygun olup olmadığının yorumu okuyucunundur. Ancak net olarak söylenebilecek bir şey varsa, o da şudur; ister kötü yönetim, ister fırsatçılık/dolduruşa gelmek, isterse de (süperior) nitelikli dolandırıcılık olsun, bu ihtimallerin hiç biri birinci ligde oynamak veya sürdürülebilir değer yaratmak isteyen bir şirkete ve ülkesini seven bir bireye yakışmaz. Hele sonuncusu, son derece gayrı ahlaki ve vahşi kapitalizmin uç noktasıdır.

Bu tartışmalar ülkemizde yeni değil. Örneğin, Çukurova Holding, Uzan Holding, Toprak Holding, Cıngıllıoğlu Holding, vs gibi bir şekilde bir zamanlar çok ünlü olan, ancak faaliyetlerini bir şekilde sonlandırmak veya küçültmek zorunda kalan şirketler, tarih sayfalarındaki yerlerini haklı-haksız yorumlarla bir şekilde aldılar... Kimi ihtimal 1 e, kimi 2 ye, kimi de belki 3 e uygundular. Kanımca akademisyenler için son derece ilginç tezler yazılabilecek konulardır bunlar...

Burada daha fazla yoruma girmeden yazıyı şu şekilde sonlandırmak uygun olur:

Bu yazı gelecek nesillerin iddialı girişimcileri ve profesyonelleri içindir...

Kendileri aşağıdaki alternatifleri seçmekte serbesttirler:

Ya üçüncü ihtimaldeki gibi, arkalarında ciddi derecede mağdur (alacaklı) bırakarak çok yüklü miktarda para kazanma yolunu seçeceklerdir. Zira benzeri ortamların ve imkanların ilerde de bulunabileceğinden hiç kuşkuları olmasın (kapitalist-liberal sistem kontrol altına alınamadığı sürece!). Ancak lütfen unutulmasın ki, bu durumda kendilerinin, bugünkü bazı ağabeyleri gibi ‘’sadece’’ paraları olacaktır. Yani hayatlarını büyük ölçüde Londra, Paris veya benzeri başka yerlerde yeni arkadaşlar elde etmeye çalışarak sürdüreceklerdir, ki bu bir yaştan sonra çok zordur, neredeyse imkansızdır. Para ile satın alınabilecek ne varsa belki alabileceklerdir. Ancak hayatta para ile alınamayacak ve mutlu yaşam için çok daha mühim şeyler olduğunu da hepimiz biliyoruz (mutlu yuva, tedirgin olmadan sokakta dolaşabilmek, korumasız yemek yiyebilmek, eski dostlarla sohbetler edebilmek, bir zamanlar iyilik edilen kişilerden teşekkür, dua ve takdir almak, vs). Güzel bir söz vardır: ''Onlar o kadar fakirlerdi ki, sadece paraları vardı!...'' Kısacası hedef mutlu bir yaşam ise, ihtimal-3 çok risklidir.

Ya da hem çağdaş bir girişimci hem de muteber bir tüccar gibi hareket edeceklerdir. Diğer değişle; stil sahibi, bulunduğu her ortamda istişare-ittifak ve iknaya önem veren, üzerinde çalışılan konuya göre işi en iyi bilen ve yapanlarla çalışan, rekabeti seven, ölçüsüz risk almayan, şirketini karlılığını sürdürebilecek şekilde konumlayan, kimseye muhtaç olmamak için maddi ve manevi anlamda güçlü, sosyal sorumluluklarının bilincinde, ülkesini ve çevresini gerçekten seven, eveti evet, hayırı hayır, taahhütlerine sadık, adil ve centilmen bir kişilik!... Ben bu alternatiften yanayım... Bedeli ne olursa olsun!

(Not: Orta ve küçük işletmelerde, nakit akışlarındaki geçici aksamalar nedeniyle çıkabilecek sorunlar nedeniyle yeniden yapılandırma normaldir. Büyük şirketlerde de istisnai durumlar ve mücbir şartlar tolere edilebilir, eğer gerçekten mücbir sebepse, ihmal yoksa, sorun kısa vadede çözülebilir nitelikte ise ve niyet iyi ise... Ancak büyük sermaye grupları ve ana hissedarlar, yeteri kadar varlıklarına rağmen (hissedarların dolaylı/doğrudan realize ettiği karlar, şirketlerin aktiflerindeki varlıklar), bu varlıklarını kullanmaktan imtina ederek veya bu varlıklarını sadece göstermelik kullanarak, birbirlerini örnek göstererek arka arkaya kreditörlerden (bankalar, tedarikçiler, vs) veya devletten yeniden yapılandırma ve borç silme isterlerse, kanımızca bu etik olmayan bir taleptir. Bu taleplerin, zincirleme olarak bankalara da uzaması yolu açılabilir. Bankalar, mevduat sahiplerine ve işini doğru dürüst yapan şirketlere taahhütlerini yerine getiremeyebilir hale gelebilir. Finans sistemi çökebilir. Kimse kimseye, hatta yazılı taahhütlere dahi güvenmemeye başlar. Ülkenin mikro ve makro ekonomik yapısı bozulur. Bedelini işini düzgün yapan iş insanları ile halk öder.)

(27.04.2018 tarihli ikinci not: Bugünkü Hürriyet'te kıdemli bir köşe yazarı, yukarıda anılan ve borçlarının yeniden yapılanmasını isteyen büyük bir grubun ana hissedarı ile görüşmüş. Ana hissedar, vadesi gelen alacakları için kendisine tahsilata gelenlere şöyle demiş: ''Bakın beyler, 55’i Türkiye’de, 80 tane fabrikam var. Mevcut varlıklarım, 6.5 milyar dolarlık borcun tamamını kapatır, üstüne de bana 15 milyar lira kalır. Önemli olan sistemi sağlıklı çalıştırmak. Bankaların önceliği işi canlı tutmak olmalı...Siz bize uzun vadeli 6.5 milyar dolar (yeni) kredi açın. Bankalarınıza olan kısa vadeli borçlarımızı kapatalım...'' (Hürriyet, 27.4.2018). Ülke içindeki kredi limitlerinin tükendiği anlaşılan bir şirketin bu derece kendinden emin ve sanki hiçbir sorun yokmuş gibi çıkış yapmasından (özgüven) etkilenmemek mümkün değil!... Ancak köşe yazarının şu soruları sormamış (veya sormak istememiş) olması da aynı derecede yadırganacak bir durum: ''Kendi nakit akışlarını ve bilanço politikalarını sizlerle önceden yapılan anlaşmalara göre tasarlayan bu kreditörler kendilerinde oluşacak bu tıkanmayı nasıl ve kime plase edecekler? Bu durumu duyan tüm borçlular aynı argümanlarla gelirlerse ve arkada kuyruk olursa toplam finans sistemi çökmez mi? Ayrıca madem aktiflerinizde bu kadar varlığınız var, neden önceden anlaşılan şekilde taahhütlerinizi yerine getirmek için bunların bir kısmını nakde çevirmiyorsunuz veya sermaye artırımı yapmıyorsunuz? Taahhütlere uymak muteber bir tüccarın ilk uyması gereken bir öncelik değil midir? Gerekirse evini, arabasını satarak borçlarını vadesinde ödeyen on binlerce küçük ve orta ölçekli işletme sahipleri hata mı yapıyorlar?...'' Tabii ki daha çok soru var sorulması gereken...

Vahşi kapitalist sistemin yeni unsuru ''gerçek-ötesi'' cilerin (Post-Truth), hakikatı ve adil düzeni savunanlara karşı kazandıkları bir zafer daha mı acaba?... Bu noktada sizlere bu sitede 1.11.2017 de yayınladığım ''GİTTİKÇE AZALAN BİR İHTİYAÇ: HAKİKATİ ARAMAK'' başlıklı makalemi okumanızı öneriyorum)


1.920 görüntüleme1 yorum
Servet Topaloglu

 Perakendede İnovasyon

 Bir fıkrayı ilk defa anlattığınızda herkes güler. İkinci kez anlattığınızda gruptaki ilk heyecanın düştüğünü görürsünüz. Üçüncü kez anlattığınızda ise

artık sıkıcı olmaya başlamışsınızdır. Perakende sektöründe innovasyonda işte böyle bir şeydir. İhtiyaçlara çözüm üretemezsiniz ve üretkenliğinizin sürekliliğini sağlayamazsanız bir süre sonra müşterileriniz sizden sıkılırlar...Orjinal başlangıç konseptiniz atraktif, konseptin temelini atan ve kurgulayan yönetim kadrolarınız mükemmel olsa dahi... 

ST

 

Bize sık sık "perakende şirketleri, çevikliklerini kaybetmeden nasıl sağlıklı biçimde büyüyebilirler ve kârlılıklarını artırabilirler" diye sorulur ve bugüne kadar icra ettiğimiz projelerde özellikle nerelere odaklandığımız merak edilir.

Yanıt oldukça basittir:

perakendede liderlik1.png
bottom of page