top of page
  • Yazarın fotoğrafıServet Topaloglu

KÜLTÜREL VE EKONOMİK ZENGİNLİK

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2022


Yetkin kadrolarla yönetilen organizasyonlar kalıcı başarılar sağlarlar. Diğer değişle hem ekonomik hem de kültürel açılardan zenginleşirler. Kültürel ve ekonomik anlamda zenginleşen organizasyonlar kalitelidir. Yetkin organizasyonlar kıskanılmamalı, takdir edilmelidir. Yetkin organizasyonlara gıpta edilmeli, onlarla adil koşullarda rekabet edilmelidir: Kültürel ve ekonomik zenginliğe ulaşmak için!...

Hemen her organizasyon, ki bu bir şirket veya bir kamu veya bir siyasi organizasyon olabilir, yetkin kadrolarca yönetilmeyi istemesine rağmen, bunu gerçekleştirmek çok az sayıdaki organizasyona nasip olur.

Bu yazımızda bunun nedenleri ile ilgili düşüncelerimizi paylaşacağız.

Yetkinlik, genel olarak üç eksende iyi olmaktan geçer; birincisi üzerinde çalışılan konuda uzmanlık, ikincisi sosyal yetkinlik (ilişki içinde olunan kişilerle uyum, sosyal zeka, genel kültür ve diplomasi) ve üçüncüsü ise öz yetkinliktir (disiplin, çalışkanlık, insani değerler, kısa ve uzun vadeli planlama ve planlananı icra etme kabiliyeti)…

Konuyu biraz daha açarsak, yetkin kadrolar:

-Sadece tüketici (insanlar) yararına en iyi ve en ekonomik çözümleri geliştirip, icra etmekle kalmazlar. Aynı zamanda bu başarılarını devam ettirecek organizasyonları da kurarlar ve başkalarına örnek olurlar.

-Kısa vadeli başarıları (karları) önemsemekle birlikte, bunları uzun vadeli kazanımların önüne koymazlar.

-Bulundukları organizasyona, iş ortaklarına, rakiplerine, sektöre ve ülkelerine adil ve saygılıdırlar.

-Uluslararası ve ulusal anlamda genel kabul görmüş değerleri dikkate alarak çalışırlar. Bu değerleri vitrine koyup, iş amaçlı istismar etmezler. Tam tersi, bunları geri plana alıp, kendi içlerinde özümserler ve öncelikle kendi kendilerine saygı için yaşam biçimi haline getirirler.

-Gıpta ile takip ve hatta kopya edilmekten rahatsız olmazlar. Başkaları onları takip ve kopya ederken, inovatif yeni kulvarlar açarlar.

-Bulundukları organizasyonları maddi ve manevi anlamda büyütürler. Dolayısıyla da faaliyet gösterdikleri ülkede sadece göstermelik ve geçici vergi ödemekle kalmazlar, aynı zamanda kalıcı değerler yaratırlar. Sosyal sorumluluklarının bilinci içindedirler.

-Yetkin kadrolar aynı zamanda mütevazıdirler, ancak bu mütevazılıklarini abartmazlar.

Görüldüğü gibi, şirketine 1-2 yıl kar yaptıran bir CEO’ya veya yönetiminde bulunduğu bir kamu organizasyonunda kısa sürede gözle görülür iyileştirmeler sağlayan bir bürokrata veya ülkenin her tarafını şantiye yerine çeviren bir ülkenin başkanına sahip olmak demek, söz konusu organizasyonların mutlaka yetkin kadrolarca yönetildiğini göstermez.

Erken bir değerlendirilmeyle ‘’çok iyi gidiyor’’ gibi görünen organizasyonların gelecekleri belirsiz olabilir. İyi tarafa evrilebilecekleri gibi, bir süre sonra yalnızlaşabilirler, hatta yaşam süreleri dahi sonlanabilir…

Değerlendirme yapabilmek için ekonomik zenginliğe bakmak kâfi değildir. Kültürel zenginlik (içerik zenginliği) daha önceliklidir. Hatta ekonomik zenginlik eğer kültürel zenginlikten önce gelirse zararlı dahi olabilir. Yetkin sıfatını kazanmak için, ekonomik zenginliğin, kültürel zenginlikle birlikte büyümesi zorunludur. Aksi takdirde, ekonomik zenginlik bir şekilde sağlanmış olsa dahi, bunun sürdürülebilmesi mümkün olmayacaktır.

Ne yaman bir çelişkidir ki, eğitim sistemimiz, gerek siyasi sistem gerek iş dünyamızın mevcut dinamikleri gerekse de sosyal yaşamımızdaki yönelimler dehşetli derecede ekonomik zenginliğin bir an önce sağlanması, hatta maksimize edilmesi üzerine kuruludur. Kültürel zenginliğin artması konusunda yapılan eğitim ve etkinlikler genellikle çok yüzeysel kalmakta veya içe sindirilememektedir. Ekonomik zenginliğe kavuşmuş iş dünyasının ''biz kültürel olarak da iyiyiz'' misali sergi ve sanat organizasyonları düzenlemesini, pahalı sanat eserlerini satın alıp, evlerde ve bahçelerde sergilemesini kültürel zenginlikliğin işaretleri olarak görmek mümkün değildir...Bunlar parayla satın alınabilecek unsurlardır... Kültürel zenginlik, uzun vadeli çalışmalarla ulaşilabilen ve para ile alınamayacak kavramları da kapsar...

‘’Türkiye özel sektörü yetkinlik açısından, diğer değişle ekononik ve kültürel zenginlik konusunda dünyada nerede’’ konusu üzerine bu sitede bazı yazılarımız yayınlandığından, bu konuya burada değinmeyeceğiz (bkz. örneğin 09.02.2017 tarihli yazı)...

‘’Dünya ülkeleri birbirleri ile kıyaslamalı olarak nerede?’’ sorusunun cevabı için ise, Pakistanlı siyasal bilimci Dr. Faruk Saleem'in, 2010’da “The News International” gazetesinde yayınlanan bir araştırmadan bazı alıntılar yapmak isteriz.

Saleem'in araştırmalarına göre; 1.5 milyarlık Müslüman dünyasındaki 57 ülkenin gayri safi milli hasılasının toplamı 2 trilyon doların biraz üstünde…Buna karşın 80 milyon nüfuslu Almanya, tek başına 3,5 trilyon dolar, 310 milyon nüfuslu ABD ise 18 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretiyor...Saleem’e göre işin kökeninde ülkenin eğitim sistemi, diğer değişle kültürel ve ekonomik zenginliğin birlikte büyümesi yatıyor.

Yazarın, Müslüman ülkelerle Hristiyan ülkelerin eğitim sistemleri arasında yaptığı kıyaslamalar çok çarpıcı:

İslam Konferansı Örgütü’nün 57 üyesinde toplam 500 üniversite var… Sadece ABD’deki üniversite sayısı ise 5.758…

BM Kalkınma Programı’na göre Hıristiyan dünyasında okuma yazma oranı yüzde 89, 15 ülkede ise yüzde 100… Müslüman dünyasında okuma yazma oranı yüzde 40…Herkesin okuryazar olduğu tek bir Müslüman ülke yok…

100 Hıristiyan’dan 40’ı üniversite mezunu… 100 Müslüman’dan sadece 2’si… Ayrıca meslek okullarından mezun olan kişilerin nicelik ve nitelik olarak üstünlükleri açık ara batılıların lehine…

Dr. Faruk Saleem, bütçeleri de karşılaştırmış: Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca binde 2’sini araştırma-geliştirme projelerine ayırıyor. Bu oran Hıristiyan dünyasında yüzde 5…

‘’Peki, Türkiye genel olarak bu resmin neresinde’’ sorusunun ise kısa yanıtı şudur:

Özellikle Cumhuriyet dönemimizden itibaren ekonomik ve kültürel zenginlik adına önemli değişiklikler yapıldı. Kısaca hatırlamak gerekirse: Kulaktan dolma lafların yerine bilgi önemsendi. Eğitim alanında hocanın yerini öğretmen aldı. Boş inancın yerine aklı koyma öne çıktı. Bireylerin yapamadığı sanayi ve ticari faaliyetlerinin, yeni oluşan devletin kamu iktisadi teşebbüsleri üzerinden yapılması hedeflendi... Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu sürece bugüne kadar iyi niyetiyle katkı sağlayan herkese teşekkür ve minnet borcumuz olmalıdır. Eğer bugün Ortadoğu bölgesindeki bilimsel yayınların yarısı ve aktif şirketlerin önemli bir kısmı Türkiye’den çıkıyorsa, bu temel kazanımların bu neticedeki rolleri çok belirgindir..

İkinci dünya savaşından sonra, özellikle de 12 Eylül darbesinden sonra ise kendimizi (kaba tabiriyle bilinçsizce, nazik tabiriyle mecburen) liberal-kapitalist sistemin çekim gücüne bıraktık...''Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler'' prensibini, onu ortaya atan kültürlerden daha fazla benimsedik. Devlet teşebbüslerinin yerini özel sektöre (eğitim, sağlık, ağır sanayi dahil) bıraktık. Kim Ankara'da iyi ilişkiler kurduysa, devletin maddi ve manevi desteğini aldı. Burada liyakat sisteminden ziyade, ahbap/cemaat ilişkileri belirgindi. Nitekim son 60 yılda her iktidar kendi zenginini, bürokratını ve yöneticisini yetiştirdi. ..

‘’Ekonomik refaha’’ hızlı biçimde kavuşanlarımızın sayısı belki hayli arttı, örneğin Ülke olarak da ekonomik zenginliğin bir göstergesi olan G20 arasına bir şekilde girdik.

Ancak, ‘’Kültürel refah’’ konusunda işler biraz karışık!... Ölçülmesi zor bir konu olan kültürel zenginlikte toplumumuzun gelişmiş ülkelerle kıyaslamalı olarak nerede olduğu meselesi ayrı bir araştırmanın konusu olmalıdır. Zira objektif sosyal bilimcilerin gözlemleri, ekonomik zenginliği temsil eden lokomotif toplum kesimlerimizin gelişme yönünün tek taraflı (''ekonomik zenginlik/para'') olduğunu işaret etmektedir... Yönetim kademelerinde (kamu/özel sektör) bulunan ''ekonomik anlamda zenginlerimizin'' önemli bir kısmının, yaptıkları işlerin ve kullandıkları enstrümanların içerikleriyle değil, görünen yüzleriyle ilgilendikleri ve derine inmeden bulundukları makamın keyfini çıkarmaya baktıkları ile ilgili yaygın bir kanaat vardır. Bu durum eğer gerçekten böyleyse, bireylerimizin, kurumlarımızın ve dolayısıyla toplumumuzun ''yetkinlik'' konusunda sorunları var demektir. Yetkin olmayan organizasyonların bulunduğu ülkeler risklidir. Bırakınız daha da gelişmeyi, bir şekilde sağladıkları mütevazi kazanımları dahi süratle kaybedebilirler.

Eğer gelişmiş ülke olabilmek için gerekli olan zenginliklerin önemli bir parçası olan ''kültürel zenginlik'' konusunda zayıf kaldığımız konusunda mutabıksak, bunu yüksek sesle dillendirmek yapacağımız ilk iş olmalıdır. Arkasından bu konuda toplumu bilinçlendirme, işin derinine inme ve çözüm önerilerini tartışmaya başlamak gerekecektir... Daha sonra da hızlı ve kararlı icraat!... Çok geç kalmadan!... Sorunu kabul etmezsek, sorunu çözemeyeceğimiz açıktır!


538 görüntüleme0 yorum
Servet Topaloglu

 Perakendede İnovasyon

 Bir fıkrayı ilk defa anlattığınızda herkes güler. İkinci kez anlattığınızda gruptaki ilk heyecanın düştüğünü görürsünüz. Üçüncü kez anlattığınızda ise

artık sıkıcı olmaya başlamışsınızdır. Perakende sektöründe innovasyonda işte böyle bir şeydir. İhtiyaçlara çözüm üretemezsiniz ve üretkenliğinizin sürekliliğini sağlayamazsanız bir süre sonra müşterileriniz sizden sıkılırlar...Orjinal başlangıç konseptiniz atraktif, konseptin temelini atan ve kurgulayan yönetim kadrolarınız mükemmel olsa dahi... 

ST

 

Bize sık sık "perakende şirketleri, çevikliklerini kaybetmeden nasıl sağlıklı biçimde büyüyebilirler ve kârlılıklarını artırabilirler" diye sorulur ve bugüne kadar icra ettiğimiz projelerde özellikle nerelere odaklandığımız merak edilir.

Yanıt oldukça basittir:

perakendede liderlik1.png
bottom of page