top of page
  • Yazarın fotoğrafıServet Topaloglu

GİTTİKÇE AZALAN BİR İHTİYAÇ: ''HAKİKATİ ARAMAK''

Güncelleme tarihi: 6 Eki 2022


Kararlarımızı genellikle duygusal verdiğimiz, beynimizle ise bu kararlarımızı rasyonel temellere dayandırdığımız bilgisi yeni değil... Örneğin dolabımızda yeterli miktarda beyaz gömlek veya siyah ayakkabı vardır, buna rağmen yenilerini alıp, bu kararımızı beynimize bir şekilde doğrulatırız (yedekleme, farklı model, beyazın tonu veya kullanılan malzeme gibi).

FOMO efektinin (fearing of missing out) bu davranış biçimimizi daha da şiddetlendirdiği açıktır. FOMO efekti bir şeyleri kaçırma korkusudur. Örneğin, anlık fırsatı tekrar bulamama (indirim veya kısıtlı arz) veya başkalarının talep gösterdikleri yenilikleri kaçırma endişesi gibi (örneğin yeni model akıllı telefon veya residenzlerdeki yeni yaşam).

Bireylerin bu ''zaaflarını'' değerlendirmek isteyen iş dünyasının bu olguya etik açıdan bakış açısı çok çeşitlidir.

Yelpazenin bir ucunda, tüketiciye rasyonel fayda sağlayan ürün ve hizmetlerini muteber tüccar/şirket kriterleriyle piyasaya sunanlar vardır. Bu şirketler yukarıda bahis konusu edilen faktörü de dikkate alarak, iş modellerini ''zamana uygun'' hale getirirler. Zira serbest rekabet ortamında kendilerini tüketici talepleri doğrultusunda sürekli diri tutmak zorunlulukları vardır. Müşteriler, kendilerine fayda sağlayan bu ürün ve hizmetleri finanse edip, alışverişten keyif alabiliyorlarsa ve hür iradeleriyle alışveriş kararlarını verip, ürün ve hizmetten uzun vadeli memnun kalıyorlarsa sorun yoktur.

Yelpazenin bir diğer ucunda ise, tüketicilerin bu ''zaaflarını'' istismar ederek kısa vadeli kazançları uzun vadeli kazanımlara tercih eden, tabiri caizse tamamen vitrine odaklanan şirketler vardır (vahşi kapitalistler). Müşterilerini ve sosyal paydaşlarını mağdur ederek bir süre sonra yok olma riskini üzerlerine alarak faaliyet gösterirler. Sundukları trend/güncel ürün ve hizmetler, tüketicilerin yukarıda belirtilen zaaflarından istifade ederek, piyasadaki boşluğu pazar doyuma ulaşana veya şirket patlayana kadar doldurma amaçlıdır. Şirket sahiplerinin ekonomik zenginliği artarken, şirketlerinin ise finansal borç içinde boğulma noktasına geldiği vaka sayılarımızın ülkemizde her yıl artması sürpriz değildir...

Ekonomik sistemimiz, ''bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler'' ekseninde ve ''her iktidar kendi zengin kitlesini yaratır'' ilkesi üzerine kurulu olduğu sürece, yelpazenin her iki uç ve bu iki uç arasındaki şirket ve iş insanları ile sık sık karşılaşıyor olmamızı yadırgamamak gerekir. Dolayısıyla da birey/tüketici/iş insanı olarak uyanık olma ve tepki vermek durumunda olduğumuz bir pazarda faaliyet gösterdiğimizi unutmamamız gerekiyor.

Yazımızın başında değindiğimiz gibi, buraya kadar olan kısımda okuyucu için yeni bir şey pek yok.

Son yıllarda yeni olarak gözlemlenen durum, büyük şirket tepe yönetimlerinin ve siyasetçilerin de bireylerin bu ''zaaflarını'' keşfetmiş olmaları!

Güncel tabiri ile Post-Truth (''Hakikat Ötesi'') denilen bu kavram şu anda sadece Türkiye'nin değil, tüm gelişmiş ekonomilerin gündeminde...

Post-Truth sözcüğü, 2016 yılında Oxford Üniversitesi ve The Society for the German Language in Wiesbaden tarafından yılın kelimesi seçildi. Duyguların ve kişisel kanaatlerin, hakikatlerden daha etkili olması durumunu ifade ediyor. Sistem, aktif elitlerin, ki bu bir ülke başkanı veya bir şirket CEO su olabilir, sosyal paydaşlarına ''bizden öncekiler çok fena işler yapmışlar, bizi de madur ettiler, ancak şimdi dimdik ayaktayız ve yönettiğimiz ülkeleyi/şirketi uçuruyoruz, fakat bize sürekli engel oluyorlar'' demesi üzerine kurulu... Hakikatler hiç de öyle olmasa da... Bu nedenle Post-Truth kavramını kimileri, ''yalanların/yanlışların, harikulade bir mantık zincirinde kitlelere, sanki doğruymuş/onların yararınaymış gibi anlatılması ve bunların önceden satın alınan sözde tarafsız kurum ve kişilere de doğrulattırılması'' şeklinde tanımlamaktadırlar.

Hangisi daha kolay? Hakikat ile hakikat ötesini (alternatif doğruları veya “2. derece yalanı”) ayırt etme becerilerine sahip olmayanların bu becerileri kazanması mı? Yoksa onların anladığı dille, hakikat-ötesi söylemlere başvurmak mı?

Komunikasyon sistemlerinin ve teknolojinin son derece geliştiği dünyamızda, bireylerin, bilgi fazlalığı ve hızı nedeniyle oturup rasyonel düşünmeye ve yalanla doğruyu ayırmaya vakitleri yok... Üstüne üstlük bunu ayıklama konusunda ne enerjileri var ne de motivasyonları… Hangi ''aktif elit'' popüler ve güçlü pozisyonunu kullanıp pres yapıyor ise onun menzilinde olmak, ona inanmak ve onu takip etmek, kitlelere kendilerini daha iyi hissettiriyor!.. Zira bu birliktelik sürecinde onlardan ''ne isterlerse alma'' imkanları eskisinden daha kolay!... İleride ne olur, Allah kerim...

Hakikat olgusunun tam anlamıyla saldırıya uğradığı bir ortamda kişiler ve kurumlar giderek bir yol ayrımına sürükleniyor. Ya doğru bildikleri, olması gereken yoldan gidecekler ya da hakikat-ötesine kayacaklar. İşte sıkıntı bu noktada başlıyor.

Bu sitemizin ana odaklanma alanı olan perakende sektörümüze bir bakalım: Örneğin halka açık büyük bir perakende şirketimiz 4-5 yıl önce yönetim değiştirdi. Yeni yönetim, ''şirketi yıllardır zarara sokan hissedarı yönetimden el çektirdik, işi biz üstlendik, bir yıl içinde de şirketi kara geçirdik'' diye ihtişamlı bir çıkış yapmıştı. Gerçekten de şirket gayrımenkul satışları ve hukuki davalardaki ''başarılı'' operasyonlarla (bilançodaki eski dönemin gizli rezervleri kullanılarak) geçici bir dönem net bilaço karı gerçekleştirmişti. Kuvvetli bir iletişim çalışması yapıldı. Hisseler tavan yaptı, yönetici konumundakilerin popülariteleri arttı. Tedarikçiler ve bankalar iş, medya ise röportaj ve reklam almak için sıraya girdiler... Aslında bilançoya bakanlar çok net görebilecekti ki, şirketin esas faaliyet alanındaki rekabet kabiliyetinde ve operasyonel performansında bir düzelme yok, hatta kötüye gidiş var!.. Ancak bu çalışmayı yapan pek yoktu, mali tabloları inceleyenler de sessiz kalmayı daha doğru buluyordu... Nitekim iki yıl sonra şirket tekrar eski vasat performansında debelenmeye başladı. Ancak o iki yıllık süre içinde, bir kısım aktif elitler güçlü kazanımlar gerçekleştirilmiş de oldular... Mağdur olanların sayısı ise hayli fazla... İşte size hakikat-ötesinin bir zaferi!

Benzeri bir durum geçenlerde bir başka perakendecimizde daha sert bir şekilde karşımıza çıktı... Konkordato ilan etti!.. Halbuki CEO'su 2017'nin başlarında ''2023 de, Türkiye'nin lideri olma hedefimiz var'' demişti ve şirket ulusal platformda lider bir ekonomi dergisi tarafından ticaret kategorisinde ''Anadolu'nun Birincisi'' seçilmişti. ''Alternatif doğrulara'', diğer değişle hakikatlerden ziyade kanaatlere inanan pek çok tedarikçi ve çalışan şimdi ciddi derecede sıkıntıda... Hakikat-ötesicilerin ise ekonomik anlamda hayli iyi durumda oldukları biliniyor...

Örnekleri çoklamak mümkün... Tabii ki, muteber tüccar prensipleriyle çalışan perakende yöneticilerimizi ve şirketlerimizi tenzih ederek.

Siyaseten gelinen noktada da benzeri durumlar var. Siyasette odaklanılması gereken şey iktidar olmak değil mi? İlla bildiğin yoldan gitmek, haklı olduğunu ispat etmek derdindeysen, günümüzün dünyasında iktidar olmaya veya iktidarda kalmaya odaklanmamışsın demektir. O halde çözüm gene hakikat-ötesinde... Diğer bir değişle “alternatif doğru”ların icat edilmesinde... Tabii ki liderin cesareti ve hatta kabadayılığı da bu süreçte olmasa olmaz bir gereklilik...Trump iktidara böyle gelmedi mi?...

Hakikatler, muteber/münevver iş insanı olmaya duyulan özlem, verimli çalışmak ve rasyonel düşünce günümüzde neden bu derece değersizleşti? Bizim jenerasyonun, I. ve II. dünya savaşı veya 1930 ekonomik krizi benzeri, kitleleri gerçekçi olmaya, iyi insan olmaya, daha fazla çalışmaya ve rasyonel düşünmeye zorlayan bir kıtlık yaşamaması ve mevcut konfor alanını sürekli, hızlı ve her ne pahasına olursa olsun artırmak istemesi bu değerlerin önemsizleşmesinin bir faktörü olabilir mi?

Biz “gerçekçi, doğrucu insanlar da en az hakikat-ötesiciler, alternatif doğrucular kadar cesur olmalıdırlar” tezini savunarak yazımızı sonlandıralım... Ama şu yeni ve şiddetlenen berbat post-truth dalgasını hiç de küçümsemeden...


324 görüntüleme0 yorum
Servet Topaloglu

 Perakendede İnovasyon

 Bir fıkrayı ilk defa anlattığınızda herkes güler. İkinci kez anlattığınızda gruptaki ilk heyecanın düştüğünü görürsünüz. Üçüncü kez anlattığınızda ise

artık sıkıcı olmaya başlamışsınızdır. Perakende sektöründe innovasyonda işte böyle bir şeydir. İhtiyaçlara çözüm üretemezsiniz ve üretkenliğinizin sürekliliğini sağlayamazsanız bir süre sonra müşterileriniz sizden sıkılırlar...Orjinal başlangıç konseptiniz atraktif, konseptin temelini atan ve kurgulayan yönetim kadrolarınız mükemmel olsa dahi... 

ST

 

Bize sık sık "perakende şirketleri, çevikliklerini kaybetmeden nasıl sağlıklı biçimde büyüyebilirler ve kârlılıklarını artırabilirler" diye sorulur ve bugüne kadar icra ettiğimiz projelerde özellikle nerelere odaklandığımız merak edilir.

Yanıt oldukça basittir:

perakendede liderlik1.png
bottom of page